Hafta sonunun rehaveti daha tam üzerimizden kalkmamışken, pazartesi sabahı İpsala’nın apartmanlarında başlayan ayak seslerinin tıkırtısı insanı bir anda yeni haftanın gerçekliğine döndürür. Ev içindeki sessizliği bozan bu küçük hareketlilik, sanki kasabanın yavaş yavaş uyanması için verilen bir işaret gibidir. Ardından caddelerdeki araba seslerinin artışı, motor uğultuları, işe yetişme telaşının habercisi olur.
Gün daha yeni ağarırken İpsala çoktan kendi ritmine kavuşmuştur. Bir yanda dükkânlarını açmak için hazırlanan esnaf, diğer yanda okul yoluna düşen öğrenciler… Herkes adım adım haftanın içine doğru ilerler. Pazartesinin o kendine özgü yoğun temposu, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte başlar ve akşamın karanlığına kadar devam eder.
Haftanın ilk gününde başlayan bu hareketlilik, adeta görünmez bir döngü yaratır. Salı, çarşamba, perşembe derken insan farkına bile varmadan cuma akşamına ulaşır. O anda herkese hafif bir rahatlama gelir; çünkü haftanın yükü yavaş yavaş omuzlardan iner, kısa bir mola hissi kendini gösterir.
Pazartesi sendromu dediğimiz şey belki de bu döngünün ilk adımı olduğu içindir. Rehavetten hareketliliğe geçiş, sessizlikten kalabalığa adım atmak… Fakat unutmamak gerekir ki her pazartesi, yeni bir başlangıcın kapısıdır. Ve bazen bu kapıdan geçerken hissettiğimiz o küçük ürperti, aslında yeni bir haftaya verilen ilk selamdır.
