Güven SERİN

Tarih: 12.12.2018 13:57

AŞİYAN’DA BİR ŞAİR ve ŞAİRLER

Facebook Twitter Linked-in

Bir mezarlık, Aşiyan’da; içinde kimler yok ki? Şairlerden siyaset insanlarına kadar; her daim bir toplantı yapılır Aşiyan Mezarlığında. Biraz ötede boğaz, boğazın sularıyla birlikte akıp giden zaman ve gemiler, tankerler; büyük olandan en küçüğüne kadar…

Aşiyan, çam kokularının buğusu, yaşlı kargaların ilahi seslenişi içinde; kendi doğal haliyle; bir o kitabeden, bir diğerine, küçük patikalardan, yokuşta sizi bekleyen Tezer Özlüye kadar; bildik bilmedik nice güzel ışıldı; mimari estetiği de doğa ile buluşturma denemeleri içinde…

Bir şair bekler orada; Edip Cansever’dir ismi. Sadece Edip mi? Yok canım; Yahya Kemal, Attila İlhan, Özdemir Asaf, Nigar Hanım, Turgut Uyar, Abidin Dino, Münir Nurettin Selçuk, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli; tam bir şairler buluşması…

Kargaşa yoktur Aşiyan’da. Sulh, tiyatro sessizliği kadar değerli; servilerin rüzgârda çıkardığı sesler; en hakiki seyirci alkışlarından daha güçlü; ıssızlığı böler, bölüştürür ve pay eder kardeşçe…

 Bir gün gittiğimde söz Edip Cansevere verilmişti. O da, şairin, kalabalıklara karışmanın ve sözcüklerin ne olduğunu bilerek anlatıyordu. Hatta anlatmaktan öte; Ruhi Bey isimli birisiyle konuşuyordu.

Neler mi diyordu? Bende çok merak ettim. Usul usul sokuldum, diğer mezarları başında duran şairleri de rahatsız etmemek amacıyla. Ruhi Beye, zor sorular soruyordu şair. Olacak iş mi? Ruhi Bey kafası karışık, şairin sözünü algılamaya çalışıyor. Güya, Suyun yanması, tuzda ki yansımasını soruyormuş!

Yaşama yansıyan iniltiyi, bir saksıda ki sardunya, belki de şairin annesi olabileceği üzerine iyice şaşkına çeviriyor Ruhi Beyi.

Sadece Ruhi Bey mi şaşırmıştı sanki? Ben de şaşırdım. Şair, sardunya diyor; belki beni o büyüttü, diyor. Ne çok şey anlatıyor; yere dökülen un sessizliğine dikkat çekerek…

Şairin uzun konuşması, fısıltıya dönüşen sessizliği, servi ağaçlarına konan bir karganın diğer ağaca uçarken düşürdüğü kozalak sesiyle yükselişe geçti.

Ve gür bir sesler haykırdı şair; “ Korkmuyorum artık solumaktan/Solmaktan ve solgunluktan” Yine normale dönen ses, başka nefeslerle karıştı. Onca söz edildi ve dikkatlice dinlendi.

Diğerlerine sıra gelmiş olmalı ki; Aşiyan’da bir telaş; hepsi heyecan içinde, Ruhi Beye dönük yüzleriyle hep bir ağızdan seslendiler;

 “Çelenklerimizle geldik, yoktunuz/Ara sokaklarda/Pasajlarda aradık, yoktunuz/Meyhanelere baktık, otellere sorduk, yoktunuz/Nerdesiniz Ruhi Bey?” O suskun, bezgin, sanki bir mezar taşı olan Ruhi Bey; şairlerin seslenişi susunca başladı konuşmaya;

“ O kadar bekledim ki, geliyorum/Ölümümü bekledim geliyorum/Bir ölüyü ve ölümün bütün inceliklerini’/Bekledim geliyorum/ Ben Ruhu Bey, mutlu olan Ruhu Bey/Ölümümü gömdüm, geliyorum/Bir sonbahar günüydü, geliyorum/Güneşler buz gibiydi, geliyorum/Ve bütün kötülükler/Ölümün armaları gibiydi/Size anlatırım geliyorum.

Hepsini, hepsini gömdüm, geliyorum”

Sustu şairlerin tamamı. Yüceydi bakışları; katmaları dolaşan Vergilius ile Dante’nin yüceliğinden de öte; şair ile filozof konuşmalarının;

Sokrates’in Savunmasının duygu yoğunluğunun bile ötesine;

Bir batı kanonu, doğu kanonu ile iç içe; savrulan servi dallarının ritmi gibi; akan boğazın duyulmayan balık çığlıkları, fısıltıları içinde çimdikliyordu ruhumun bedenini.

Bir gayda, tulum, akordeon; ardından keman, çello, klarnet, trampetler, trombonlar nihayetinde bir lir çalan kadın zarafeti, tüyleri ürperten bir gözyaşının damıtığı, son buluyordu Aşiyan rüzgârına karışan şairlerin ve halkın sesi; sesleri…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —